Pazar, Mayıs 29, 2011

İNTERNET VE ÖFKELİLER

           
                                                 Fikret İLKİZ

Bilgi teknolojilerindeki hızlı gelişmeler toplumları derinden etkiledi. Her şey kaş göz arasında birdenbire olupbitti. İnternet, her türlü uzaklığın ortadan kaldırdı. Her türlü iletinin uzaklıklardan bağımsız olarak birbirine ulaşması ve saklanabilmesini kimse hayal bile edemiyordu. İnanılmaz iletişim, hayaldi, gerçek oldu. Bu iletişim kendi medyasını yarattı. İletişim ve bilgi hizmetleri sayesinde İnternet aracılığıyla, hem siber uzay suçları ve hem de geleneksel suçlar işlenebilir duruma geldiğine göre; bu suçlarla mücadele için nasıl bir ceza politikasının uygulanacağı dünyanın her yerinde en önemli sorunlardan birisi oldu. 

Siyasal iktidarlar İnternet’in yükselişini durdurmak için her şeyi yapmaya hazır durumdalar. Türkiye’de farklı değil ve İnternet ortamında kişilerin birbirleriyle iletişimi dâhil, İnternette yaratılan “sosyal medya ağlarının” hareketliliğini, eylem birlikteliklerini ve insanların bu yolla dayanışmasını ve başkaldırısını kırmak istiyorlar.

Özgürlük kural, sınırlandırma istisna olduğu için; İnternete dokunmak isteyenlere karşı çıkmak gerekiyor. Karşı durulmazsa ve “sosyal ağlar” harekete geçirilmezse, siyasal iktidarlar internet ortamında yapılan yayınlara sansür uygulamakta asla tereddüt etmeyeceklerdir.

Türkiye’de çeşitli illerde gerçekleştirilen 15 Mayıs 2011 tarihindeki eylemde herkes sokaklardaydı. “İnternetime Dokunma” diyenler, İnternet üzerinden gerçekleştirdikleri eylem çağrısını yaşama geçirdi, sokaklarda yürüdü. Yürüyenler öfkeliydi. Yürüyenler İnternete dokunmak isteyenlere isyan ediyordu.

Yüzyılımız yeniden “isyanlara”  döndü. Yeniden “başkaldırı”lar başladı.

Bir başka isyan, 15 Mayıs 2011 tarihinde başkent Madrid’den başlayarak tüm İspanya’yı sarstı ve şimdilerde Avrupa’yı sarsacağa benziyor…

Eylemciler M-15’i başlattılar ve kendilerine “öfkeliler” diyorlar…

İspanya ekonomik kriz yaşıyor. Nüfusun %45’i işsiz. Namı diğer “İndignados” / Öfkeliler, Puerto del Sol meydanında düzene başkaldıran gençler, işsizler, öğrenciler, sözleşmeli çalışanlar ve geleceği olmayanlardır… Madrid’deki gösteriler 15 Mayıs’ta başladığı için “Öfkeliler” ülkede “15 Mayıs Hareketi”/ M-15 adıyla anılıyor. Kıta Avrupa’sının ve dünyanın gündemine damgasını vuran 25 bin genç, yerel seçimler öncesinde ve yerel seçimlerden sonra ülkeyi sarsmaya devam ediyor… Madrid’in “Puerto del Sol” meydanında kamp kuran gençler “daha fazla demokrasi” istiyor… Eylemleri yasadışı… Ama onlar için fark etmiyor. Yerel seçimlere bir gün kala başlattıkları “isyan” bütün ülkeye yayıldı… Valencia’da 10 bin, Andolucia’da 13 bin, Malaga’da 7 bin, Barcelona’da 5 bin, Sevilla’da 4 bin, Gradana’da 2 bin, Almeria’da 800, Cadiz’de 200 kişi meydanlarda toplandı. Öfkeliler, seçim kurulunun yasak kararını kaldırması için İspanya Yüksek Mahkemesine başvurdu. Talepleri reddedildi. Onlar da 21 Mayıs Cuma gecesi başlayan seçim yasaklarını takmadılar bile. Seçim yasakları resmi olarak yürürlüğe girerken ağızlarına bant yapıştırdılar ve “bir dakikalık” sessizlik eyleminin ardından “Artık hepimiz yasadışıyız” sloganlarını attılar.

Gençler meydanının adını, Puerto del Sol(ucion) yani “Çözüm Meydanı” olarak değiştirdi.

Nasıl oldu da “Arap Baharı” Madrid’in meydanlarına kadar sıçradı?

Her şey İnternet’te sosyal paylaşım ağlarındaki hareketlilik ve dayanışma ile gerçekleşti. “Hemen Gerçek Demokrasi” adlı sivil toplum örgütü İnternet’te bir site kurdu. İspanya’da sosyal ve siyasi sistemde değişiklik isteyenler bu sitede bir manifesto yayımladılar. “Bankacıların ve siyasetçilerin ellerindeki bir mal değiliz” denilen Manifesto’da “Farklı ideolojilere sahip olsalar da olmasalar da sıradan kişilerin hepsi, sosyal ekonomik ve siyasi manzaradan dolayı endişeli ve kızgınlar” yazıyordu ve “Daha iyi bir toplum inşa etmek için harekete geçme zamanı geldi” deniyordu… Manifesto yaklaşık 29 bin 600 kişi tarafından “sanal ortamda” imzalandı ve ardından Puerto del Sol’da isyan başladı.

Artık İspanya’nın ortasındaki bu tarihi meydanda seslerini bütün dünyaya duyuran; sosyal medya ağları Twitter ve Facebook üzerinden örgütlenen onbinlerce genç “daha iyi bir ekonomi, iş ve gerçek demokrasi” istiyor…(Radikal ve Milliyet 22.05. 2011)

Öte yandan; Fransa’da birkaç gün önce G-8’ler kendi toplantılarından önce ilk kez “e-G-8” toplantısı düzenlemek zorunda kaldı. Sosyal medya ağlarını yaratanların katıldığı bu toplantının konusu ise “İnternet, digital teknoloji ve iletişim teknolojileri, gelişmiş ülkelerde büyümeye nasıl katkı sağlar?”. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, internette ahlak kurallarına ve telif haklarına daha fazla dikkat edilmesini istediği konuşmasında  “İnternete tanınan özgürlük yöneticilerin güvenirlik ya da utanç ölçeğidir" demeyi ihmal etmedi. Ama İnternette azami kontrol ve toplu sorumluluk çağrısı da yapmayı unutmadı.

İşte böylece en çok dikkat edilmesi gereken noktalardan birisi de anlaşılmış oldu: İnternette “azami kontrol” nasıl sağlanacak ve “toplu sorumluluk çağrısı” ne demektir? Önümüzdeki günlerde hem ülkemizde ve hem de Avrupa’da tartışılacak olan budur. Çünkü “Arap Baharı”  İspanya’ya sıçradı ve buradan Avrupa’ya yayılacak… Hem de bütün bu isyanlar İnternet üzerinden sosyal ağların hareketliliği, eylemleri ve dayanışması ile gerçekleşecek.

Artık medya, açık bir sisteme dönüştü. Geleneksel “eski medya” hala başköşede oturuyor. Ama artık günümüz dünyasında, internet haber siteleri, özellikle bağımsız haber siteleri, çoğalan bloglar, Twitter ve Facebook yeni iletişimin öncüleri olarak kabul ediliyor.

Twitter çok kısa sürede yaşamımızın en önemli iletişim mecrası haline gelmedi mi? Facebook üzerinden örgütlenen etkinlikler ve eylem çağrılarının etkilerini kim inkâr edebilir?

Ortadoğu’yu ve Kuzey Afrika’yı saran isyan dalgasının ardından İslam filozofu Prof.Dr. Tarık Ramazan birkaç hafta önce İstanbul’da yaptığı konuşmada, “Arap Baharı”nın “kazara” başladığını, ancak Arap gençlerinin yıllardır isyanın yolunu yapan “sosyal medya” eğitiminden geçtiğini söyledi. Tunus'ta 2, Mısır'da da 3 yıl boyunca gençlerin sosyal medyayı ve interneti kullanarak  “kitleleri nasıl harekete geçirebilecekleri” konusunda eğitim aldıklarına dikkat çekti ve kontrolün yine halkın elinde olduğunu dile getirdi.

Ramazan konuşmasında bir süreç olarak işaret ettiği bu hareketi “Rejim karşıtı demokrasi” hareketi olarak adlandırdı ve henüz tamamlanmadığını söyledi.

Arap Baharı’nın ardından, İspanya’da “öfkeliler”, demokrasi için öfkeleniyorlar…

İnternetiniz için, gerçek demokrasi için, öfkelenin…

Etiketler: , , , ,

Cuma, Mayıs 27, 2011

İnternet Kurulu Toplantısından Gerilla Canlı Yayın Yapıyoruz | Sosyal Medya

Pazartesi, Mayıs 23, 2011

Türk İnternet | BTK-TİB, İnternet Sansürü Konusunda İnternet Medyasını Bilgilendirme Toplantısı Yaptı

Pazar, Mayıs 22, 2011

MAHREMİYETİN GİZLİLİĞİ VE HEPİMİZ

Fikret İLKİZ

12 Haziran 2010 tarihinde yapılacak genel seçimlerden önce milletvekilliğine adaylığı koyan MHP merkez yönetimindeki kişilerin özel yaşamlarının gizlice kaydı ve yayınlanması nedeniyle görevlerinden ve adaylıktan istifa etmeleri nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinden sadece birkaçını anımsatmak için bir Yargıtay kararını örnek göstermekte yarar var. 

Yargıtay tarafından incelenerek karara bağlanan manevi tazminat istekli davanın konusu “izinsiz kaydedilen” ses kaydının bir davada kanıt olarak kullanılmak istenmesidir. Dava, bir avukatın açılacak davalarda kanıt olarak kullanılmak üzere izinsiz olarak kaydedilen ses kaydının çözümünü yaptırarak noter emanetine aldırması nedeniyle kusurları olan kişiler aleyhine açılan manevi tazminat davasıdır.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi (2009/8119 Esas, 2010/7573 Karar, 23.06.2010 Tarih) verdiği kararda Anayasaya, Türk Ceza Kanununa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine göre “özel hayatın gizliliği” nedir sorusunu yanıtlamıştır. Özel hayatın gizliliğinin ihlaline neden olan “ses ve görüntünün gizli kaydı” nedeniyle kişilik haklarının ihlali konusunda örnek kararlarından birisidir. Yargıtay 4 Hukuk Dairesi kararına göre;

“Günümüzde ulaşılan teknolojik gelişmeler nedeniyle yasa dışı yollarla kişilerin her türlü özel konuşmalarının dinlenmesi, en özel görüntülerinin izlenmesi ve kaydedilmesi olanağı vardır. Gerçekten son yıllarda kişilerin ses ve görüntüleri gizlice kaydedilerek kişilik haklarına zarar verilmesi nedeniyle 5237 sayılı Türk Ceza Yasası'nın 132, 133 ve 134. maddelerinde haberleşmenin gizliliğinin ihlali, kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması ile özel hayatın gizliliğinin ihlal edilmesi eylemleri ayrı ayrı suç olarak düzenlenmiştir.

Anayasa'nın “Özel hayatın gizliliği” başlıklı 20. maddesinde; herkesin özel ve aile yaşamına saygı gösterilmesini isteme hakkı bulunduğu belirtilmiş; ayrıca bu hak, Medeni Yasa'nın 24. ve 25. maddeleri ile koruma altına alınmış; Borçlar Yasası'nın 49. maddesinde de kişilik haklarının saldırıya uğraması durumunda uygulanacak yaptırım belirtilmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 8. maddesinde ise, herkesin özel ve aile yaşamına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu belirtilmiş; maddenin ikinci fıkrasında yasaya uygun sınırlamanın ancak ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, suç işlenmesinin önlenmesi, dirlik ve düzenin, sağlığın, ahlakın, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda zorunlu olan ölçüde ve yasada öngörülmüş olmak koşuluyla söz konusu olabileceği belirtilmektedir.

Bu konuda Devletin resmi soruşturma ve kovuşturma organlarına getirilen yasal bazı sınırlamaların gerçek kişiler açısından öncelikle uygulanması gerektiği gibi tanınan ayrık durumlardan bu kapsama girmeyen kişi ve kuruluşların yararlanması söz konusu değildir.

Yukarıda belirtilen yasal düzenlemelerden de açıkça anlaşılacağı üzere kişinin özel yaşamının gizliliğine dokunulamaz, kişinin sıfatı ve konumu ne olursa olsun rızası dışında kamuya açıklanamaz. Bunlar kişinin gizli alanını oluşturur. Bir kişinin hukuka aykırı bile olsa konuşmalarının ve görüntüsünün gizlice kayda alınması onun kişilik haklarına ve özel yaşamına saldırı niteliği taşır. Bu ses ve görüntü kayıtlarının herhangi bir yolla kamuoyuna yansıtılması, açıklanması da kişilik haklarına yapılmış başka bir saldırı niteliğindedir.”

Yargıtay’ın, özel yaşamın gizliliği hakkındaki temel ilkesi budur. 

Dava konusu olayda; bir avukat önceki vekil edeni olan dava dışı (A...) 'ün hile ile avukatlık ücret sözleşmesi imzalattığını kanıtlamak amacıyla, davacının evinde isteği dışında gizlice sesini kaydetmiş, daha sonra davacının ses kaydı bulunan CD'yi davalının avukatı (B...)'e vermiştir. Aleyhine manevi tazminat davası açılmış olan davalı avukat, konuşmaların gizlice kaydedilmesi nedeni ile CD'nin Ceza Muhakemesi Yasası'nın 206/2-a ve 217/2 maddeleri uyarınca hukuka uygun elde edilmiş delil niteliği taşımadığını bilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Yani kısaca; davada ileri sürülen delil kanuna aykırı olarak elde edilmiştir, o halde delil değildir. Aynı zamanda yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş, her türlü delille ispat edilebilir. Yani eğer delil hukuka uygun elde edilmemişse yüklenen suçun ispatı için delil niteliğinde kabul edilmemelidir.

Buna rağmen davalı (A.E.)'a ait  (…) 27. Noterliği'ne başvurarak CD'nin çözümünü yaparak emanete alınmasını istemiştir. Davalı noter başkâtibi (…) daire dışında notlar alıp çözümü yapmış, davalı noter kâtibi (H.)’de tutanaklara geçirmiş, çözümleme ve emanet tutanağı noter başkâtibi tarafından imzalanarak saklanmak üzere CD'yi emanete almıştır.

Yargıtay 23.10.2010 tarihli bu kararında, aleyhine manevi tazminat davası açılan davalı noterin ceza soruşturması ve kovuşturmasına neden olabilecek bir konuda noterlerin tespit yapmaması gerektiği Adalet Bakanlığı'nın 93/27, 95/55 ve 98/16 sayılı genelgeleri ile bildirilmesine rağmen bu hususa aykırı davrandığına işaret etmiştir. İşlemi yapan ve tutanağı imzalayarak CD’yi emanete alan noter kâtibi H. ile başkâtip E. üzerinde gerekli denetim ve gözetim, hatta onları Adalet Bakanlığı genelgeleri hakkında bilgilendirme görevini yerine getirmediğinden dolayı kusurlu bulmuştur. Noter başkâtibi E. ise, CD'nin daire dışında deşifre edilmiş çözümlerini tutanaklara geçirip noter adına imzaladığı için sorumludur. Yargıtay diğer davalı Noter Kâtibi H.’ın sadece CD çözümünü tutanaklara yazmış olduğundan herhangi bir sorumluluğu bulunmadığı kabul edilmiştir.

Kararın geriye kalan bölümünü Yargıtay kararından okuyalım:

“Gizlice kaydedilmiş CD'nin kanıt olarak kullanılamayacağını bilmesi gereken ve çözüm yaptırarak emanete aldıran davalılardan Avukat B.’in eylemi, amacı böyle olmasa bile davacının kişilik haklarına saldırı oluşturur.

Dosyadaki kanıtlardan; ses kaydının yasaya aykırı olarak, gizlice elde edildiği anlaşılmaktadır. Gizli yollardan ses kaydedilmesi, davacının gizli kalması gereken ye açıklanmasında kamu yararı bulunmayan özel yaşamı ile ilgili sırların dışarıya yansıtılması, davacının kişilik haklarına saldırı oluşturur.”

Yargıtay kararına göre gizlice kayıt yaparak CD’ye kaydettikten sonra, gizli kaydı bir davada delil olarak kullanmak isteyenler, sesini gizlice kaydettikleri kişiye karşı gerçekleştirdikleri bu kusurlu eylemleri ile Anayasa'ya TCK'na ve İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı davranmışlar ve kişilik haklarına saldırıda bulunmuşlardır.

Ne dersiniz, acaba özel yaşamın gizliliğine saygı gösterilmesi hakkı ihlal edilen sadece MHP’liler mi?

Etiketler: , , ,

Pazar, Mayıs 15, 2011

İnternetime dokunma! - En Son Teknoloji Haberleri - HTEkonomi

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ SONUÇ BİLDİRGESİ


Av. Fikret İLKİZ

Haber olmadı. Daha doğrusu sadece bazı bölümleri kısa haberlerde “kısaca” yer aldı.

Ama Türkiye Barolar Birliği toplantısından sonra alınan kararları son derece ciddiye almak gerekiyor.

7-8 Mayıs 2011 de Adana’da toplanan Türkiye Barolar Birliği Genel Kurulu’nun “Sonuç Bildirgesi” her kes tarafından önemsenmeli diye düşünüyorum.

Nasıl bir gelecek istiyoruz? Nasıl bir Türkiye’de yaşamak istiyoruz?

İşte bu soruların yanıtlarını verirken Türkiye Barolar Birliği’nin “Sonuç Bildirgesi” üzerinde düşünmek gerekiyor.

Avukatlar, Türkiye Barolar Birliği ne diyor? Sonuç Bildirgesine göre;

“1- Kapatılan Devlet Güvenlik Mahkemelerinin devamı niteliğinde olan CMK md. 250 kapsamındaki özel yetkili ve görevli ağır ceza mahkemeleri demokrasi, hukuk devleti ve adil yargılanma hakkının zorunlu koşulu olarak ivedilikle kapatılmalıdır.

Türkiye Barolar Birliği, Barolar ve demokrasi ve yargının kurucu unsuru avukatlar, bu istemi kararlılıkla takip edecekler ve gerektiğinde ‘hukuktan gelen güçleri’ni kullanmakta tereddüt etmeyeceklerdir.

2- Baroların ve savunmanın statüsü, Anayasanın “yargı” bölümünde yer almalı ve Anayasal güvenceye bağlanmalıdır.

3- Savunma hakkını kısıtlayan, dolayısıyla bireyleri hukuki güvenceden yoksun kılan yargılama usulsüzlüklerine derhal son verilmelidir. Bütün kişi ve kurumlar, bunun sağlanması için cesaretli ve aktif bir duruş sergilemek zorundadırlar.

4- Tarafsız ve bağımsız yargının olmazsa olmaz koşulu, özgür ve bağımsız savunmadır.

“Yargı reformu” tartışmalarında, savunmanın temsilcilerinin muhatap alınmamasını ve savunma ile ilgili hiçbir proje sunulmamış olmasını kabul etmemiz mümkün değildir. Savunmanın hak ve olanaklarını, evrensel ölçütlerde yaşama geçirmeyen bir yargı reformu projesi, gerçek anlamda bir reform olamaz.

5- Avukatlık stajına ve mesleğe girişten başlanarak, mesleğin düzenlenmesi ve mesleğe kalite kazandırmak için, avukatlık sınavı getirilmesi dahil, Türkiye Barolar Birliği ve Barolarca yıllardır gösterilen çabaların gerek siyasal iktidarlar, gerekse yüksek yargı organlarınca engellenmesini kınıyoruz. Örgütlerimiz üzerinde vesayet kurma gayret ve girişimlerinden sonuç alınamayacağını kararlılıkla ilan ediyoruz.


6- Avukatlık mesleğinin faaliyet alanını daraltan, etkisizleştiren yasalaştırma faaliyetlerinin hukuk devleti ilkeleri ile bağdaşmadığını kamuoyunun ve TBMM’nin dikkatine sunuyoruz.

7- Demokrasi, hukuk devleti ve adil yargılanma hakkı için avukatların, hakim ve savcılarla aynı önem ve değerde olduğunun başta bütün uygulamacılar olmak üzere herkes tarafından içselleştirilmesinin bir zorunluluk olduğunu tekrar ifade ediyoruz.


8- Anayasada güvencesini bulan kanun önünde eşitlik ilkesinin gereği, adalete erişim hakkının tüm yurttaşlara hiçbir ayrım gözetilmeksizin uygulanması gerektiğinin kuşkusuz olduğunu önemle vurguluyoruz.

9- Devletin meşruiyet temelinin Yargı; Yargının, yargıç ve savcıların meşruiyet temelinin “savunma hakkı” olduğunu kuvvetle vurguluyoruz.

Bütün avukatlar, üstlendikleri savunma görevini, hukukun üstünlüğüne, evrensel hukuk değerlerine, temel insan hak ve özgürlüklerine bağlılıkla yerine getirmekte kararlıdırlar.”

Türkiye Barolar Birliği 31. Genel Kurulu sonuç bildirgesi olarak kamuoyuna duyurulan bu ilkeler önemsenmediği taktirde ya da yaşama geçmemesi halinde tıpkı işçilerin üretimden gelen güçlerini kullandıkları gibi; avukatların da “hukuktan gelen güçlerini” kullanmakta tereddüt göstermeyecekleri açıkça ilan edilmiş olmaktadır.

Çünkü avukatlar, savunma hakkının gücüne inanıyorlar.

Çünkü avukatlar hukukun üstünlüğüne inanıyorlar ve temel insan hak ve özgürlüklerine bağlılıklarını bir kez daha teyid ediyorlar.

Bir başka deyişle herkesin “savunma hakkı” için yargının temelinin savunma hakkı olduğunu hatırlatıyorlar.

Özel yetkili ve özel görevli olağanüstü mahkemelere karşı çıkmanın ivedilikle görev olduğunu kamuoyuna açıklıyorlar.

Gerçekten tek bir kural geleceğin hukukunu yaratmalıdır…

“Tarafsız ve bağımsız yargının olmazsa olmaz koşulu, özgür ve bağımsız savunmadır.”

Sayın Avukat Halit Çelenk’in “ömür boyu onurlu savunma adına”, onun yaşamına ve onun geride bıraktıkları tüm değerlere saygılarımla….

Etiketler: ,

Pazar, Mayıs 08, 2011

"Speak Up" Konferansından: "Avrupa'da Hükümetler Filtre Uygulamıyor!"

Avrupa Konseyi'nin düzenlediği "Speak Up" konferansları kapsamında dün Brüksel'de Balkanlar ve Türkiye'deki ifade özgürlüğü ve internete getirilen kısıtlamalar tartışıldı. Toplantıya Türkiye'den davet edilen Doç. Dr. Yaman Akdeniz, Türkiye'deki son durumu özetlediği konuşmasında yaşanan sansür ve kısıtlama furyasını ''İnternet Sansürü: Versiyon 2.0' olarak nitelendirdi.

Hükümetin ve ilgili otoritelerin demokratikleşme adına ellerini internetten çekmelerini talep eden Akdeniz, yetkililerin sıkça tekrarladığı 'ama Avrupa'da da var' söylemini reddederek "bu tür filtre uygulamaların demokratik ülkelerde hükümetçe geliştirilmiyor" dedi.

Akdeniz konuşmasına şöyle devam etti:
"5651 sayılı Kanun'la başlayan süreç evrim geçirdi ve genişledi. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu ve Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'nın alan adları ile ilgili yazışmalarını ancak TR İnternet Sansür: Versiyon 2.0 olarak tanımlayabiliriz. Bu bakımdan Bianet'in Danıştay nezdinde açmış olduğu iptal davası çok önemli."
 "BTK ve TİB'in basın açıklamalarında 'Avrupa'da da uygulandığı' iddia edilen filtre uygulamaları hiç bir hükümet tarafından geliştirilmiyor. Merkezi bir filtreleme sistemi Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi ve AGİT bünyesindeki ülkelerde yok. Olsa dahi bizdeki sistemi meşru kılmaz. Örnek alınması gereken sistemler düşünce özgürlüğü konusundaki uluslararası insan hakları standartlarıdır.
BTK açıklamasında yer alan 'Hem Ülkemizde, hem de dünyada İnternet Servis Sağlayıcıları kullanıcılarına benzer hizmetler sunmaktadırlar. Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliğinin bu konuda tavsiye kararları olduğu gibi, Avustralya, İngiltere, İsviçre, İspanya ve Japonya’da benzer uygulamalar yapılmaktadır' ifadelerine karşı çıkan Doç Dr. Akdeniz, bahsi geçen bu uygulamaların neler olduğunun net şekilde açıklanması için 'Bilgi Edinme Hakkı' çerçevesinde iki kurumdan bilgi de talep etti.
Haberin devamı: NTVMSNBC.com 'da

Sözü edilen Bilgi Edinme Hakkı Dilekçesi: Cyber-Rights.Org.TR'de

Etiketler: , , , , ,

AVRUPA GÜNÜNDE SESİMİZİ YÜKSELTMEK

Av. Fikret İLKİZ

9 Mayıs 1950’de Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schuman’ın, bir bütün Avrupa kurmak gayesiyle hazırladığı kanun teklifi "Schuman Bildirisi" olarak bilinir. Bu tasarı, barış içinde ve hakça ekonomik bölüşümün gerçekleştirilmesinin sağlanması için kurulması düşünülen Avrupa Birliği’nin temelidir. Bu nedenle de 1985 yılından itibaren 9 Mayıs'ın, "Avrupa Günü" olarak kutlanılması kararı alınmıştır.

Yarım asır geçtikten sonra Avrupa biraz rahatsız ve kendini iyi hissetmek istiyor.

Avrupa Komisyonu tarafından “Batı Balkan Ülkelerinde ve Türkiye’de İfade Özgürlüğü ve Medya” başlığı altında 6 Mayıs 2011 tarihinde Brüksel’de bir toplantı yapıldı.

“Speak Up” olarak anılan bu toplantıda Avrupa Parlamentosu Başkanı Jerzy Buzek açış konuşması yapanlar arasındaydı. Dayanışma Hareketi içinde yer alan mühendis, akademisyen, siyasetçi olan ve 1997-2001 arasında Polonya Başbakanı Jerzy Buzek, 14Temmuz 2009 tarihinden itibaren Avrupa Parlamentosu Başkanı seçildi.

Polonya’nın eski Başkanı neden böyle bir konuyu dikkate aldıklarını açıklarken “kendilerini daha iyi hissetmek için” olduğunu söyledi. Ona göre nesiller arası bilgi aktarımının sağlanabilmesinde, çoğulculuğun anlaşılmasında, bilgilerin paylaşımının gerçekleşmesi için özgür meydanının, demokrasi mücadelesinde en iyi araç olduğunu söylerken, kendi geçmiş sendikacılık döneminde Polonya’da yaptıklarını anlattı. Eski sendikacı, şimdi Parlamento Başkanı olan Buzek’e göre özgürlük ve dayanışma yoksa özgürlük olmaz, temel haklar korunamaz. İşte bu yüzden ifade özgürlüğü için “risk” almaya değer.

Neden kendilerini iyi hissetmek için ifade özgürlüğünü seçtiklerini ve ne yapmaları gerektiğini anlatırken, eski günlerinde nasıl “yer altı gazeteciliği” gerçekleştirdiklerini ve sendikacılar olarak hükümeti nasıl sarstıklarını ve neden siyasal iktidarların ifade özgürlüğü için risk alanları sevmediğini de anlattı.

Buzek’e göre, neden böyle bir toplantı düzenlendiği konusu “dört mesele” üzerinde tartışılmalıdır. Birinci mesele sadece hukuki mevzuatın düzenlenmesi değildir, hatta kâğıt üzerinde bunların tümü vardır ve yazılıdır. Asıl önemli mesele, hukuki mevzuatın nasıl uygulandığıdır. İkincisi, gazeteciliği korumak için ne yapmalıyız? En önemli sorulardan birisinin bu olduğunu anlatırken üçüncü meselenin de blog hazırlayanlar da gazeteci olduğundan dolayı onlarında korunması gerektiği fikrinde. Dördüncü mesele ise, demokratiklik ve çoğulculuk için bağımsız ve özgür medyaya ihtiyaç vardır.  Demokrasiyi savunmak buna bağlıdır.

Hollandalı politikacı, eskiden Su ve Bayındırlık Bakanlığı yapmış olan Neelie Kroes, Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı olarak görev yapıyor. Daha önce rekabet politikaları konusunda çalıştı. 2010 yılında AB Dijital Rekabet Gündemi’ni ve dijital kalkınmayı başlatanların başında geliyor ve ücretsiz, açık kaynak yazılım savunucusu olarak tanınıyor. 
Kroes, basın özgürlüğünün korunmasının “zorunluluk ve sorumluluk” olduğunu söyledi. Bunun için Avrupa Komisyonunun sesini yükseltmesini istiyor.

9 Mayıs 1950 tarihinde Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schuman tarafından Avrupa'da barışçıl ilişkilerin kalıcı şekilde kurulması için hazırlanmış olan "Schuman Bildirisi"nin yeniden herkese dağıtılmasını ve böylece Avrupa Birliği’nin amacının yeniden hatırlatılmasının ne kadar yararlı olacağını ifade etti.

Neelie Kroes; bir önerisi var. Acaba Schuman Bildirisi yanında Avrupa Birliğine giriş şartı olarak, devletlerin ifade ve basın özgürlüğünü sağlamasının da şart olduğunu kabul etsek mi?   

Bu önerisinden sonra da Macaristan tarafından kanunlaştırılması düşünülen medya hakkındaki tasarıyı eleştirdi. Macaristan’da basın özgürlüğünün ciddi risk altına gireceğini ve AB’nin temel ilkeleriyle çeliştiği ve bu gerçeğin Macarlar tarafından kabul edildiğini söyledi. Sorunların çözümünde ortak bir anlayışın kabul edilmesini savunan Kroes, kanunların kaosu önleyebileceğini ama sorunların çözümü için ortak anlayışın daha etkin olduğu görüşünde.

Bu toplantıda birçok görüş açıklandı. İfade özgürlüğünün temel sorunları bakımından çözüm arayışı için öneriler getirilmeye çalışıldı. Önümüze gelecek bir başka sorun çarpıcı biçimde gündeme geldi. En dikkat çekici olan ve haklı olarak eleştirilen görüşler arasında “dengeli habercilik” ile “sorumlu gazetecilik” anlayışları oldu. Bu toplantıda bazı hükümetlerin gazetecilere dayattığı “dengeli gazetecilik” gibi bir anlayış eleştirildi. 

Bu tür yaklaşım ya da anlayışların medyaya hâkim olması halinde; halkın gerçekleri öğrenme hakkı ortadan kalkacaktır. Hükümetler nezdinde kabul görecek ve desteklenmesi kuvvetle muhtemel olan “dengeli habercilik” ne medyanın tarafsızlık anlayışı ile ne de adına “denge” denilen davranış biçimi ile bağdaşır.

Hükümetler ve siyasi iktidarların gazetecileri sevmemeleri ne kadar doğal bir durum ise, suç örgütlerinin, yolsuzlukların sürmesini isteyenlerin ve güçleri elinde tutanların, mafyaların kirli işlerini ortaya çıkaran gazetecilere düşman olmaları da o kadar doğaldır. Bunların gerçek yüzleri ortaya çıkarılmalıdır. Bu yüzden “dengeli gazetecilik” adı altında aslında, kendi çıkarlarını gizlemek isteyen güçlere karşı yapılacak haberler, eleştiriler, yazılar, araştırmalar için ifade özgürlüğünün korunması şarttır. Gazetecilerin gerçekleştireceği soruşturmalardan ortaya çıkan sonuçları kamuoyu bilmelidir. Bu halkın bilgi edinme hakkıdır. İnsanların ifade özgürlüğüdür. Bu yüzden basın özgürlüğünün tek dengesi, halkın haber alma ve gerçekleri öğrenme hakkının sağlanması için tüm dengelerin bozulması gereklidir.

Bu yüzden aslında basın, eleştirilerinde çok serttir ve olmalıdır. Hatta provakatif olmalıdır. Tüm gerçekleri çarpıcı değil, çok çarpıcı biçimde halka anlatmalıdır. Kendi çıkarlarının bozulmasından korkanların benimsediği “dengeli gazetecilik” gibi bir anlayış reddedilmelidir.

Gazetecilere “sorumluluk” hatırlatan güç sahiplerinin kendi sorumluluklarını unuttukları her dönemde, sorumlu gazetecilik anlayışı; hükümetlerin, siyasal iktidarın ve güç sahiplerin toplumda yarattıkları dengesizlikleri gün ışığına çıkarmaktan geçer.

Çoğulculuk ve demokrasinin sağlanmasında basın özgürlüğünü reddeden veya sınırlandırmak yoluyla “sesini kesmek” isteyenlere karşı sesimizi yükseltmek sadece gazetecilerin değil hepimizin görevidir ve demokrasinin gereğidir.

Bizim sorumluluğumuz gazetecileri korumaktır. Gazetecilerin sorumluluğu, halkın gerçekleri öğrenmesi için eğilip, bükülmeden ve gerçekleri eğip, bükmeden haber yapmaktır. Denge budur. Dengeli gazetecilik ve sorumluluk böyle anlaşılmalıdır. 

Etiketler: , , ,