Pazar, Ekim 30, 2011

DEVLETİN DEPREM SORUMLULUĞU


Fikret İLKİZ 


Gelişme hakkı, bütün insan haklarının ve temel özgürlüklerinin tam olarak gerçekleştirildiği ve bu hak vasıtasıyla her bir insanın ve bütün halkların ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal gelişmesine katılma, bunlara katkıda bulunma ve bunlardan yararlanmaya hak sahibi olduğu devredilmez bir insan hakkıdır. 


İnsanlar, sürdürülebilir gelişme hakkının sağlanması için doğa ile uyumlu şekilde sağlıklı ve üretken bir yaşama hak sahibidir. 


Deprem nedeniyle meydana gelen ölümlerden dolayı kim sorumludur? 


Devlet, sorumludur. 


Devletin sorumluluğunun, bütün kazalar ve doğal afetler için genişletilmesi doğru mudur? 


Nükleer santralde veya mühimmat fabrikasındaki patlamalardan sonraki olaylarda veya bir tsunami felaketinden dolayı Devletlerin potansiyel olarak yaşam hakkını ihlal edebileceğini mi düşünmeli miyiz?   


Ne olursa olsun, AİHS’nin 2. maddesinde yer alan yaşam hakkının yorumunda, bireylerin yaşam hakkının etkili olarak korunması amacı temel ilkedir. 


Devletler, yaşam hakkının korunmasındaki sorumluluklarının “dar” yorumlanması gerektiğine inanırlar. 


Oysa Devletler bireylerin yaşamlarının korunmak amacıyla, kazalar ve felaketlerde dâhil olmak üzere “ölmelerini engellemek”  için kendilerinden beklenen “tüm önlemleri” almalıdır. Örneğin, eğer gübre fabrikasından yayılan zehirli atıklardan veya nükleer denemelerden dolayı kişilerin yaşamları tehlikeye girerse, sorumluluğu devletindir. Çünkü Devletler, egemenlik yetkileri içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumak için gerekli önlemleri almak konusunda pozitif bir yükümlülük yüklenmiştir. 


Bu yüzden, hayati tehlike içeren koşullar yüzünden insanların karşı karşıya kalacağı riskin ne zaman gerçekleşebileceği konusundaki belirsizlik, (tıpkı depremin ne zaman olacağı belirsizliği gibi) olası bir felaket karşısında ve sonrasında bu tür hayati tehlikeli koşulların ortaya çıkışında payı olan kişilerin statüsü dikkate alınmalıdır. Bu kişilere atfedilen eylem veya ihmalin kasıtlı olup olmadığı belirlenmelidir. Bütün bu olgular inceleme sırasında Devletlerin Sözleşmenin 2. maddesi bakımından taşıdığı sorumluluğu belirlemek amacıyla göz önünde bulundurulmalıdır.  


Sözleşme’nin 2. maddesi bakımından Devletlerin pozitif yükümlüğü, insan yaşamını korumak amacıyla bütün uygun tedbirleri ve önlemleri almak, özellikle insan yaşamına karşı oluşan potansiyel riskin düzeyi hesaba katılarak gerekli düzenlemeleri yapmaktır. Örneğin konutlar için ruhsat verme, yaşanabilir bir çevre kurma, tesisleri risklerden arındırarak işletme, yapıların ve çevrenin güvenliği sağlama ve gözetim altında tutma, imara aykırı yapıları yıkma gibi, çevreyi mutlaka koruma gibi düzenlemeler ihmal edilemez. Dolayısıyla deprem ve benzeri felaketler yüzünden var olan ve sonra ortaya çıkan, işin doğasındaki risklerle yaşamları tehlikeye giren vatandaşların etkili bir biçimde korunmaları için devlet ilgili herkesi pratik tedbirler almaya zorlamalıdır.


Anımsayın… 28 Nisan 1993’de Ümraniye’de şehir çöplüğündeki patlamadan doğan toprak kayması sonucu çevredeki gecekondu sahiplerinden M.Öneryıldız’ın evinin yıkılması nedeniyle aile üyelerinden dokuz kişinin ölmesi çok acı bir dramdı. Yoksulluk içinde çöplük kıyısında yaşayan insanların ölümü bir dizi davaya neden olmuştu. Yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına karşılık AİHM önündeki Devlet savunmaları, hiçte inandırıcı olamadı. 


Hatta genel imar sorunları karşısında güçsüz olduğumuz ve ortaya çıkan yasal tedbirlerin uygulanmasında belirsizlik yaratan uygulamalarımız nedeniyle daha da kötüleşen durum ve Ümraniye’deki ruhsatsız yapıların yıkılmaması/yıkılamaması hali yüzünden, Devlet görevlilerinin bu insanların maruz kaldıkları acil ve bilinen risklerden korumak için hiçbir önlem almadıkları sonucuna varılarak Türkiye, AİHM önünde yaşam hakkının ihlalinden mahkûm oldu. ( Karar Sıra no: 4806, Tarih: 30.11.2004, Başvuru no: 48939/99)   
  
AİHM’ sinin Ümraniye çöplüğünün patlaması yüzünden oluşan toprak kayması nedeniyle ölenlerle ilgili Öner Yıldız /Türkiye Büyük Daire Kararının yeniden okumak gerekiyor. 


İnsan yaşamı, olası tüm felaketler ve potansiyel riskler dâhil korunmalıdır. Bu bir görevdir ve sorumlu olan devletin pozitif yükümlülüğüdür. 





Etiketler: , , , ,

Pazar, Ekim 09, 2011

ALTERNATİF MEDYA ŞENLİĞİ- 16 Ekim 2011


Yeşil Gazete- Alternatif Medya Şenliği düzenledi...
Şenlik Programı:

•             11:00 – Şenlik başlangıcı: standlar
•             12:00-13:15- Medya Okuryazarlığı (Moderatör: Nadire Mater)
•             13:30-14:45- Yeni Medya Düzeni (mi?) (Moderatör: Tolga Çevikel)
•             15:00-16:15- İnternet Sansürü (Moderatör: Avniye Tansuğ)
•             16:30-17:45- Medyada Nefret Söylemi (Moderatör: Yasemin İnceoğlu)
•             18:00-19:15- Dijital Aktivizm (Moderatör: Alper Akyüz ve Erkan Saka)
•             20:30- Konser: Serbest Radikaller
* ve Şafak Yüreklik ve Bülent Develi’den Sokak performansları

Ayrıntılı bilgi Şenliğin FaceBook sayfasında!
Şenlik web sitesi: http://alternatifmedyasenligi.wordpress.com/

Etiketler: , , ,

KİŞİSEL VERİLER VE GAZETECİLER



               Av. Fikret İLKİZ

Yaklaşık bir yıldır arada bir yazdığımız konu yeniden gündeme gelecek.

Avrupa Konseyi'nin 1981’de imzaya açtığı 108 sayılı Otomatik Olarak İşlenen Kişisel Veriler Bakımından Bireylerin Korunması Hakkında Sözleşme Türkiye tarafından imzalanmıştır, ama onaylanamamıştır. Çünkü bu Sözleşme'nin onay kanununu çıkarabilmek için Türkiye’nin iç hukukunda öncelikle bu Sözleşmeye uygun bir “kanun yapma” şartı var.

Türkiye kişisel verilerin gizliliğini koruyacak bir kanunu henüz kabul etmemiştir. Yıllardır Türkiye hakkındaki İlerleme Raporlarında bu “eksiklik” yazılıdır. En son hazırlanan "Kişisel Verilerin Korunması Hakkında Kanun Tasarısı"  2008 yılından beri gündemdedir.

Hatta bu tasarı kanunlaşmadan “kişisel verilerin korunması”, en son 5982 sayılı Kanunla (13.05.2010 Resmi Gazete) değiştirilen Anayasa’nın "Özel Hayatın Gizliliği" hakkındaki 20. Maddesine eklenen bir fıkra ile anayasal bir hak haline gelmiştir.

Anayasaya göre, artık herkes kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsamaktadır. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller ise kanunla düzenlenecektir.

Bir türlü çıkamayan kişisel veriler hakkındaki kanun çalışmaları hızlandı.

Eski Tasarıda kişisel verilerin işlenmesinde kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı ile temel hak ve özgürlüklerinin korunması ve kişisel verileri işleyen gerçek ve tüzel kişilerin uyacakları esas ve usullerin düzenlenmesini amaçlanmıştı.

Yenisi ne olur bilinmez… Ama eğer eskinin tekrarı yeniden gündeme gelirse 2008 yılında hazırlamış olan kanun tasarısı "gazeteciler" için bazı sakıncalar ve tehlikeler içeriyordu. Hak olarak kişisel verilerin korunması Anayasada yer almasına rağmen, geçmiş yasama döneminde kalan Tasarı gizliliği korumuyor, kişisel verilerin kişinin rızası dışında işlenmesini sağlıyordu.

Eski Tasarıda "Kişisel Verileri Koruma Kurulu" kurulması vardı. Eğer yeniden getirilirse; bu Kurula öğretim kurumlarında en az on yıl öğretim üyeliği yapmış veya özel veya kamu hizmetinde en az on yıl fiilen çalışmış olanlar arasından, altı yıl süreyle görev yapmak üzere 7 kişi seçiliyor. Kurulun yetkilerini bağımsız olarak kullanması söz konusuydu. Hatta hiçbir organ, makam, merci ve kişi Kurulun kararını etkilemek amacıyla emir ve talimat veremeyecekti. Kurulunun üyelerini ve Kurul Başkanını, Bakanlar Kurulu seçecekti. Bu durumda eski Tasarıya göre Başbakanlığa ve Bakanlar Kuruluna bağımlılığı olan bir Kurul daha kurulması hedeflenmişti.

Eğer yeni Tasarıda aynı düzenleme korunursa, bağımsız olmak bir yana kurulacak Kurul "yürütmeye" bağımlı olacaktır.
Gerçi günümüzde artık yürütmeye bağımlı olmayan bir Kurul kalmamış olsa bile; en az bağımsız ve özerk kurullar kadar önemli olan bir başka sorun daha kapıdadır. Çok daha sakıncalı olan böyle bir yapılanma bakımından "gazetecilik amacıyla veri işlenmesi” adı altında, gazetecilerin ellerindeki verilerin gazetecilik amacıyla işlenip işlenmediğinin denetimi yolu açılacaktır. Bu amaç kim tarafından ve nasıl belirlenecektir?

Önceki Tasarıda olduğu gibi "kişisel verilerin işlenmesi bakımından mesleki davranış kuralları" eğer kurulacak  "Kurul" tarafından belirlenecek olursa; gazetecilerin kendi meslek örgütleri tarafından belirlenmiş meslek kuralları veya etik ilkeleri artık yürütmeye bağımlı bir Kurul tarafından belirlenecek demektir. En sakıncalı düzenlemelerden birisi de budur.  Gazetecilerden ve onların meslek örgütlerinden, kendi meslek ilkelerini bu Kurul kararları ile “uyumlu hale” getirmeleri istenirse, bu nasıl olacaktır?

Eski Tasarıda yayın yoluyla kişilik hakları ihlal edilenlerin Kurula şikâyet etme hakkı tanınmıştı. Şikâyetçi kişi bakımından telafisi güç veya imkânsız bir zararın doğması ihtimali bulunursa, Kurul'un "geçici önlemler almak" – ne demekse- dâhil, karar verme yetkisi vardı. Kurul nasıl bir "geçici önlem kararı” alacaktır ve karar medyada nasıl uygulanacaktır?

Bütün bu düzenlemeler önceki Tasarıda yer aldığına göre, yeniden gündeme gelecektir.

Yıllardır söylediklerimizi tekrarlarsak, kişisel verilerin gizliliğini korumak adına getirilmesi düşünülen denetimle, gazetecilerin ve kamuoyunun haber alma ve gerçekleri öğrenme hakkı bir kere daha sınırlandırılacaktır.

Olabilecekleri ve karşılaşılacak sorunları tekrar tekrar yazarak anlatmaya çalıştığımız, sadece gazetecilerin basın özgürlüğünün sınırlandırılacağı ve medya üzerinde bir denetim sistemi daha yaratılacağı endişesi yanında, asıl önemli olan; herkesin kişisel verilerinin gizliliğinin ortadan kalkacağı tehlikesidir.

Etiketler: , , , , , , , , , ,