Pazar, Mart 25, 2012

GAZETECİLER VE KİŞİSEL VERİLER



                           Fikret İLKİZ

Haberlere göre, kişisel verilen korunması ile ilgili olan Kanun tasarısının yeniden Meclis gündemine getirileceği açıklandı. Böylece Anayasa değişikliği ile kabul edilen yeni düzenleme ile Türk Ceza Kanunundaki kişisel verilerle ilgili hükümlerin ardından “kanun” yapılacağı anlaşılıyor. 
Sadece ve sadece bu nedenle yeniden ve yeniden yazarak hatırlatmak gerektiğine inanıyorum. 
Hükümet tarafından, TBMM 23 üncü dönemde 24.04.2008 tarihinde kanun tasarısı olarak Meclise sunulduğu halde her nedense kanunlaşmadığı için eski tasarı artık hükümsüz durumda. Anlaşılan Hükümet, tasarıyı yenilemek suretiyle Meclise yeniden getirecek.  
Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Tasarısının özü, kişisel verilerin ne olduğu ve işlenmesinde kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı ile temel hak ve özgürlüklerinin korunması ve kişisel verileri işleyen gerçek ve tüzel kişilerin uyacakları esas ve usullerin düzenlenmesi ve bir kurul korunmasını amaçlamaktadır.
Çoğunluğun evet dediği Anayasayı, 5982 sayılı Kanunla (13.05.2010 Resmi Gazete) değiştirerek Anayasa’nın "Özel Hayatın Gizliliği" hakkındaki 20. Maddesine eklenen son bir fıkra ile “kişisel verilerin korunması” anayasada yer aldı. Düzenlemeye göre, artık herkes kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsamaktadır. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller ise kanunla düzenlenecektir. 
Böylece kişisel verilerin “korunması” ve bir kanun yapılması Anayasada yer aldı. 
Görüşüme göre, Anayasa Madde 20 son fıkrası, kişisel verilerin “gizliliğinin korunması” hakkında bir düzenleme içermiyor ve devlete insanların kişisel verilerinin gizliliğinin korunması hakkında bir yükümlülük de getirmiyor. Hatta çıkarılacak olan kanunda yapılacak düzenleme ile “öngörülen hallerde” veya kişinin açık rızası ile kişisel verilen “işlenmesi” kabul ediliyor. Ama tam tersi olmalı ve “kişisel verilerin gizliliğinin korunması” Anayasada ilke olarak yer almalıydı. Böylece Anayasadaki bu yasak nedeniyle gizliliğin ihlaline neden olacak nitelikte kanun çıkarılması da yasaklanmış olacaktı.   
Ne devlet, ne de kişiler, kimsenin kişisel verilerinin gizliliğinin ihlaline neden olacak hukuka aykırı davranış içine girmelidir ne de kanunlar hak ihlaline neden olacak biçimde düzenlenmelidir. Anayasada yer alan düzenleme kişiler verileri koruyor, ama kişisel verilerin gizliliğini korumuyor. Çıkarılacak olan kanunlarla, “öngörülen hallerde” gizliliğin ihlal edilebileceğine dair kanuni düzenleme yapılmasına açık kapı bırakıyor. 
Kişisel veriler hukuka ve dürüstlük kurallarına uygun olarak elde edilmelidir. Kişisel verilerin toplanması, elde edilmesi, kaydedilmesi, düzenlenmesi, saklanması, değiştirilmesi, okunması, sorulması, kullanılması, transfer yoluyla başkalarına verilmesi, yayılması ya da hazır bulundurulması için yapılan her türlü işlem, yani “kişisel verilerin işlenmesi” de hukuka ve dürüstlük kurallarına uygun olmalıdır. 
Kişisel veriler açık ve belirli olan, hukuka ve dürüstlük kurallarına uygun amaçlar için kaydedilebilir ve kullanılabilir. Kullanmak için amaç aşılmamalıdır. Kişisel veriler doğru ve güncel olmalıdır. Gerektiğinde yenilenmeli ve silinebilmelidir. Bu nedenle bütün bu halleri gerektiren “gereken haller” açık olmalıdır. Kişisel verilerin toplandıkları amaç için gereken sürenin dolması ile kişilerin kimliklerini belirtecek şekilde muhafaza edilmemelidir. 
Daha da önemlisi kişisel veriler sadece açıklanan koşullardan anlaşılan veya kanunla öngörülen amaçlara uygun olarak işlenebilirler. Sadece bu nedenle bile, çıkarılacak olan kanun veya kanunlar çok önemlidir. 
Sonuç olarak kişisel verilerin “gizliliğinin sağlanması ve korunması” temel insan hakkı olarak kabul edilmelidir. Kişisel verilerle ilgili tek bir kanun çıkarılması dahi yeterli değildir. 
108 sayılı Kişisel Verilerin Otomatik İşlenmesine İlişkin Olarak Bireylerin Korunması Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesinde (28 Ocak 1981), “Özellikli veri kategorileri” olarak sayılan “hassas kişisel veriler” “İç hukukta uygun güvenceler sağlanmadıkça, ırk menşeini, politik düşünceleri, dini veya diğer inançları ortaya koyan kişisel nitelikteki verilerle sağlık veya cinsel yaşamla ilgili kişisel nitelikteki veriler ve ceza mahkûmiyetleri otomatik bilgi işlemine tabi tutulamazlar”. 
Yeniden ve başka bir kanun tasarısı hazırlanır mı bilinmez ama eğer eskinin tekrarı yeniden gündeme gelirse, 2008 yılında hazırlamış olan kanun tasarısı herkes ve özellikle "gazeteciler" için bazı sakıncalar içermektedir ve “çok” tehlikelerle doludur. 
Bir kurulumuz daha olacak ve “Kişisel Verileri Koruma Kurulu" kurulacak. Kurulunun üyelerini ve Kurul Başkanını, Bakanlar Kurulu seçecek. 
Gazetecilerin kendi meslek örgütleri tarafından belirlenmiş olan meslek kuralları veya etik ilkeleri artık bu Kurul tarafından belirlenebilecek ya da Kurul kararları ile “uyumlu hale” getirilmesi istenecek gibi gözüküyor.  
Haberler ve köşe yazıları hakkında bu Kurul “geçici önlem” kararları(!) bile alabilecek…
Neyse, geçmişten geleceğe bir kanun tasarı hakkında hatırlatmada bulunmak istedim. 
Gazeteciler böyle bir kanun tasarısıyla ne bu ülke insanları için ne de kendi özgürlükleri, hakları, çalışma koşulları ve meslek ilkeleri için geçmiş yıllarda ilgilenmediler. 
Yeniden gündeme gelecek bu kanun tasarı hakkında kamuoyunu bilgilendirmek, haber vermek, aydınlatmak gibi amaçlarla da ilgilenmeyecekler ve başlarına dert açılmadan da ilgilenecek gibi gözükmüyorlar zaten…

Etiketler: , , , ,

Pazar, Mart 04, 2012

PİÇÂPİÇ, NE DEMEK?


Av. Fikret İLKİZ

Tarihin acılarıyla yüzleşmek yerine, acıları yeniden kanatmak ve insanlarda karmakarışık duygular yaratarak şaşkınlığa uğratmak yaşam biçimimiz olmuş. 

Taksim’de yapılan “Hocalı Katliamı”  mitinginde “Hepiniz Ermenisiz, Hepiniz Piçsiniz” pankartı ne demektir? Neden piç kelimesini kullanarak ve Ermenileri hedef alarak nefret söylemleri yayılıyor? 

Piç,  Farsça sıfat ve büklüm, kıvrım, dolaşık demek. Osmanlıca-Türkçe Sözlük (Mustafa Nihat Özön.1965) böyle yazıyor. 

Hatırımda, sizlerin hayatına dair her daim, piçtabım var benim… Yazıyı yazan ve göstere göstere yürüyen hanım ve onun gibilerin ruh haline dairdir bu düşüncem. Çünkü, piçtab demek telaş, sıkıntı ve şaşkınlık demektir. 

Nasıl telaşlanmam? Nefret söylemleri, düşmanlık ve kin yayıyorsunuz…

Nasıl şaşırmam, protesto ederken bile, piçtab yaratıyorsunuz bilerek ve isteyerek…  

Aslında haliniz piçâpiç, ya da piç ender piç; yani pek dolaşık, karmakarışık

Ama biliyorum ki, siz bu kelimeyi lügat anlamında kullanmadınız. Tam aksine küfretmek, nefretinizi saçmak için, kinle, düşmanlıkla ve intikam duygularıyla kullandınız. 

Piç, dediğinizde “anası ile babası arasında evlilik bağı olmadan dünyaya gelen çocuk” anlamında, önyargıyla ve nefret için kullandıysanız eğer; siz ne anlarsınız çocuktan?  Siz ne bilirsiniz “evlilik bağı olmadan” yaşamanın, sevginin ve çocuk yapmanın ne olduğunu? 

Çocuklar dünyaya geldikten sonra anası babası arasında evlilik birliği olmasa bile bizim ülkemizin vatandaşı değiller mi? Çocuklar üzerinden nefret söylemleri yaratmak ve onları öne sürerek politika yapmak, hangi ana babanın düşüncesi olabilir? 

Yoksa terbiyesiz, arsız çocuklar için mi kullandınız bu kelimeyi? 

Yoksa Atilla İlhan’ın “ Nasıl olsa bugünü de harcadık, piç ettik.” dizelerindeki gibi,  katliamı protesto edeyim derken, sizler de işi bozdunuz ve tadını mı kaçırdınız? 

Aslında yarattığınız piçâpiç, pek dolaşık ve karmakarışık değil, çok açık. 

Siz nefret duygularınızı dile getirmek için pankartlara “piç” yazmadan önce, çocuklara hakaret etmekten ve çocuklarımızın şahsi hallerine, dünyaya gelmeleri sırada yaşardıkları hallerin ne olduğuna baksanız ya! 

Yoksulluğun, göçlerin yol açtığı travmalar, yaşamın acımasızlığı gibi nedenlerle her gün daha çok çocuk suça sürükleniyor, çocuklar aleyhine açılan davaların oranı dikkat çekici biçimde artıyor.  

Cezaevlerinden tahliye olan çocuklar duygularını ve hayal kırıklıklarını nasıl yazıyor biliyor musunuz? 

“Çocuk mu var evde yok mu hiç önemsemezlerdi, başka aileler öğle yemeğinde, akşam yemeğinde en azından çocuklarını eve çağırırlardı, en azından açlıklarını düşünürlerdi çocuklarının, bizimkilerde o da yoktu. Şimdiki aklım olsa kaçar giderdim o evden” (Yaş, 20). 

“Arkadaş, dost kavramlarına cezaevine girdikten sonra farklı bakıyorum ve sadece bir tane dostum var o da suçu birlikte yaptığımız cürümüm. Onun da içinde kötülük yok, kara gün dostu.” (Yaş, 19). 

“Tahliyesiniz dediler. Biz inanamadık. Akşam karanlığında tahliye olduk. Çıkar çıkmaz gökyüzüne baktım. Gökyüzüne hep başım dik bakardım, artık normal bakınca da gökyüzünü görebiliyordum. Yıldızlara, gökyüzünün o anki manzarasına âşık oldum. Ama oradan ben değil ‘içimdeki ağlayan çocuk’ dışarı çıktı.” (17) (Cumhuriyet. 03.03.2012. Figen Atalay Haberi)

Yıldızlara âşık olan çocuğunuz var mı sizin? Siz hiç kafanızı kaldırıp gök kubbenin ne kadar güzel olduğunu fark ettiniz mi? 

Kin ve düşmanlığınız, nefret söylemleriniz kimseye yakışmıyor… 

Önyargılarınızla yaşıyorsunuz, herkese nefret bulaştırıyorsunuz ve nefret söyleminin topluma hâkim olmasını istiyorsunuz. Önyargılarınızdan kurtulun ve nefret suçuna dönüştürmeyin.   
Irkçı şiddetin ve nefret söyleminin tam karşılığıdır bu pankart. Irkçı nefreti yayın, kışkırtan bir niteliğe sahiptir. Bu yüzden nefret suçlarını işleyenlerin mağdur etmek istedikleri kitle çok geniştir. Mağdurun dışında mağdurun mensubu olduğu grubun bireyleri de suçtan zarar görmüş gibi etkilenirler. Tedirgin olurlar. Başkasını tedirgin etmek, kimsenin hakkı değildir. Hedef kitlede yer alan insanları zarar görecekleri endişesi ile karmakarışık (piç ender piç) etmeye kimsenin hakkı yoktur. İnsanlar arasındaki barışı bozamazsınız. Toplumsal çatışmayı tetiklemeyin. 

Çocuklara, Ermenilere, hiç kimseye ve hatta kendinize bile nefret suçlarını bulaştırmayın. 
Barış bu toprakların kaderi olmalıdır, kin ve nefret söyleminden vazgeçin. 

Etiketler: , , ,